7 Mayıs 2011 Cumartesi

Kan Ağlayan Gözler

Kan Ağlayan Gözler
Merhabalar. Ben Simita. Kötü bir adım var biliyorum. Ama ne yaparsın dedemin adıymış. Size buraya gelme hikâyemi anlatacağım. Burası neresi mi? Bekleyin efendim hepimiz göreceğiz.
Lise 2 de yeni bir okula kaydolacaktım. Önceki okulumdan göndermişlerdi beni. Nedenini ben bile bilmiyorum. Kimine göre üstün zekâlı,kimine göre geri zekâlı, kimine göre de karşıdakiyle iletişim bile kuramayan bir insanım. Benim için ise hiçbirinin önemi yoktu. O gün gelinceye kadar. Orta sıranın en sonu, oturmayı en çok sevdiğim yer. Şanslıyım ki okula geldiğimde tek boş olan yer orasıydı. Ama bir sorun daha vardı benim için, yanımda bir kız oturuyordu. Dünyalar güzeliydi. Mavi gözlerine bakmaya doyamadım. Ona öyle baktığımı görünce gülümsedi ve günaydın dedi. Benim ağzımdan ise kelimeler çıkmıyordu. Zar zor günaydın diyebildim. Tabi ki herkes gibi bana hangi okuldan geldiğimi, neden geldiğimi soracaktı. Ama bu sefer beklemediğim bir soru geldi. Elini uzattı ve “arkadaş olalım mı?” dedi. Çok şaşırmıştım. Benim gibi birine arkadaş kavramı çok uzak geliyordu. Her zaman bana silgi atılırdı, alay edilirdi. Ama arkadaşlık? Gerçekten anlamıyordum. Neden diyordum. Neden benle arkadaş olsun ki? Kafamda bu gibi düşünceler dolaşırken fark etmiş olacak ki tekrar konuşmaya başladı.
 -Özür dilerim ya kendi adımı söylemedim daha ne kadar kabayım. Ben Hadra.
 -Yok yok, dalmışım kusura bakma, ben de Simita. Deyip elini sıktım. İşte o an her şey değişmişti. Vücudumda bir üşüme başladı. Kanım sanki daha sıcaktı. Kalbim o kadar hızlı atıyordu ki kaburgalarımın kırılacağını zannettim. Aşk mıydı bu? Ne yapacaktım? O da bir şey hissetti mi? Bu sorular kafamda dolanıyordu. Birlikte durağa doğru yürümeye başladık.
 İnsanlar çok konuşuyor değil mi? Çok ve gereksiz… O da böyle biriydi. Yol boyunca sürekli bir şeyler anlattı ve ben de dinledim. Aslında dinlemedim, düşündüm sadece, O’nu düşündüm sürekli. Ah be güzelim keşke kalbinde oluşup dudaklarından çıkan o sözcüklerden biri olsaydım. Dudağından çıktığımda kimse beni dinlemeseydi. Ben de Gidip yerinden yurdundan ayrılmış olan kuşun kalbine girsem. O benim aşkımdan bir daha yere konar mıydı sanıyorsun? Bir saniye bile uçmadan duramazdı. Kanatları parçalanana kadar… Uçardı sürekli. Ah içimdekini bilseydiniz siz uçmadan durur muydunuz derdi. Ama kim anlardı ki onu? Sen de beni anlamıyorsun işte…
Durağa vardık. Otobüsü gelmişti “27/3” numara. Gözümün önünde binip gitti. El salladı bindikten sonra. İçim eriyordu. Ne yapacağımı düşünüyordum. Otobüsüm geldi. Bindim. Benim yerim gene boştu. Tekli koltuklar… Oradan dışarıyı süzmek iyi geliyordu bana. Bu sefer durum farklıydı. Yıllarca baksam gene de içimdeki acıya dur diyemezdi ki. Bu sefer otobüsten erken indim. Yakınlarda önünde dere olan çimenlik bir yer var. Oraya gidecektim gene…
Akıl gönülden üstündür diyorlar. Hala bunu söyleyen insanları merak ediyorum. Gönlüm o kadar konuşuyor ki, aklımın sesini bile duyamıyorum. Bir günde mi bu hale geldim? Hayır hayır… Küçüklüğümden beri her gece uyanırdım. Sayısız azar işittim annemden babamdan bunun için. Doktora götürdüler beni. Doktor aileme bu çocuk deli diyordu. Oysa bilmiyorlardı ki her gün aynı kızı görüyordum rüyamda. Götürmüyorlar ki beni aşk doktoruna derdimi anlatayım. Sorayım o kızı ne zaman göreceğim. Ne zaman ona sarılıp gecenin karanlığında kaybolacağım. Ne zaman o benim üstümü gece gibi örtecek. Onlar bana doktoru bulamadılar ki anlasınlar derdimi. Ama ben buldum doktorumu. Kalpten anlayan birini… Dedi ki o kişi ben senin doktorun olamam... Aşkın doktoru maşukun kendisidir. Ağlıyordum sürekli bu günü bekleyip…
Ne yapacaktım? İçimdeki sevdayı kime söylesem? Bir kuyuya söylesem, ondan su içen insanların hali ne olurdu? Güneşe söylesem bir daha doğar mıydı? Dereye söylesem taşmaz mıydı? Dağa, taşa, ağaca, bulutlara söylesem? Hiçbiri dayanamazdı. Denize söylesem? Oda dalgalara söylerdi. O dalgalarda bir daha sahile vurur muydu? Böylece aşkım kaybolur muydu? Denizdeki balıklara ne olurdu o zaman? Aşktan sarhoş olup teker teker ölmezler miydi?. En iyisi kendi gönlüme söylemekti… Onu kendime sırdaş edinmek…
Tam bir sene boyunca gönlüme verdim sırrımı. Bana ihanet etmedi. Ama o bile dayanamadı. Hasta olmuştum. Doktora götürdüler gene. Uzun uzun muayeneler, çokça tahliller… Anlam vermedi doktor. Okuduğu ve bildiği hiçbir hastalığa benzemiyordu. Nerden bilsin ki aşk hastalığını.
Eve gittim. 2 kâğıt parçası aldım içimden geçenleri yazdım. Birini doktoruma verecektim, birini ise Hadra’ma. Doktora verdim kâğıdı. Anlamıştı yapacağımı “Emin misin?” diyordu. Yapacak başka bir şey mi kaldı doktor? Gönlüm bile dayanamadı. Ben ne yapayım?
Hadra’ya verdim kâğıdı. Hala bir şey anlamıyordu. Aşkın ateşinde yanmamıştı ki hiç anlasın. Son sözümü söyleyecektim. Eline bir taş gelmeden bunu okuma dedim ve ayrıldım oradan. Ah be güzelim 1 sene arkadaştık da hiç mi anlamadın?
Gönlüme sırrı mı söylediğim yere gittim. Derenin önünde oturuyordum. Bugün sanki farklıydı buralar. Tek bir insan bile yoktu. Tarih 3. Ayın 27. Günü. Hadra’mın bindiği otobüsün numarası. Bende bugün bir otobüse binecektim. Kalbimde gene bir acı başladı. Hastalığım gene kendini göstermişti. Birazdan da bayılacaktım. Çevremde kimse yoktu. Yavaş yavaş gözlerim kapandı. Bedenimin her tarafına işleyen bir soğukluk hissettim. Suyun soğukluğu… Gittikçe azalıyordu. Yavaş yavaş hiçbir şey hissetmemeye başladım.
Uyandığımda odamdaydım. Hiç toplamadığım yatağım bu sefer düzgün bir haldeydi. Üstünde yatıyor olmama rağmen… İçimde anlayamadığım bir huzur vardı. Buralar hiç bu kadar sessiz sakin olmamıştı. Evi gezinmeye başladım. Kimsecikler yok. Telefonu açtım, annemi arayacaktım. Çekmiyordu telefon. Üstüme çeki düzen vermek için aynaya bakındım. İlginç, yoktu bir yansıma. Televizyon açtım, ışığı bir deniz fenerinin ışığı kadar kuvvetliydi. Dışarı çıktım. Bembeyaz bir yerdeyim. Sadece bizim evimiz ve geri kalan her yer bembeyaz… Evden çıkıp dolaşmaya başladım. İleride üç kişi vardı. Beni görür görmez yanıma geldiler. Ne diyeceklerini biliyordum. “Son kez görmek ister misin?” Evet diyebildim sadece. Gözlerim kapanmaya başladı.
Kendime geldiğimde çimenlikteydim. İleride bir sürü kişi vardı. Yanlarına gittim. Beni sanki görmüyorlardı. Hepsi bir kişinin etrafında toplanmıştı. Ağlama sesi de geliyordu. Kimin başına toplandılar görmek için aralarından geçtim. Gözlerime inanamıyordum. Yoksa ölmüş müydüm?
Başımda aşk doktorum ve bir doktor daha vardı. Öldüğümü söylediler aileme. Annem dayanamadı ve bayıldı oracıkta. Hadra da oradaydı. Maşukumu son kez görmüştüm. Gözleri ağlamaktan şişmiş, ayakta zor duruyordu. Doktorum elinden bıçak çıkardı. “Son isteği buydu” diyordu. Göğsümden kesmeye başladı. Ciğerlerimi de yarmıştı. Kalbimin üstünde düğümlenmiş bir taş vardı. Kıpkırmızı bir yakut… Doktorum aldı taşı, Hadra’ma verecekti. Babam karşı çıktı. Yazdığım kâğıdı gösterdi doktor, vasiyeti bu Simita’nın. Dışından okumaya başladı. “ Hastalığımın sebebi olan taşı Hadra’ya verin. Söyleyin ona gitsin okusun yazdığımı.”
Zar zor aldı Hadra. Eve gidiyordu. Yürüyemiyordu ki sevdiğim. Belki kafasında bin bir soru vardı. Gözlerindeki yaşlarla bunlara cevap bulmaya mı çalışıyordu? Mavi gözlerden akan gözyaşları… Gecenin karanlığında benim siyah gözlerimden akan gözyaşlarının yanında buna gözyaşı diyebilir miyim? Ama bu gözyaşı daha çok acı veriyor bana. Sökülen kalbim hala acısını çekiyordu. Sabret Hadra, sabret Simita, az kaldı çok az kavuşacaksın sevdiğine.
 Eve girdi. Çıkardı yazdığım kâğıdı ve okumaya başladı. Bitirir bitirmez ağladı, sürekli ağladı, ağladı. Ağlama güzelim, senin gülüşün bana ışık veriyordu. Ne diye ağlarsın? Her şey senin gülüşünü görmek içindi. Ağlama artık. Dayanamayacağım. Söyle bana kendi gözyaşlarıma dayanamayan kalbim, senin gözyaşlarını görse ne yapardı?
Ağlaması bittiğinde baktı ki üstü başı kan içinde. Bir yeri mi kanadı diye bakınmaya başladı. Baktı ki kendisinde yara yok. Hemen Yakutu aramaya başladı. Bulamadı… Bulamazdı ki…
Tekrar okudu yazdıklarımı. Her şeyi anlamıştı. Benide çağırmaya başladılar zaten. Gidiyorum artık.
Buradakilere sürekli soruyorum. Ne zaman gelecek Hadra’m diye. Onu bilemeyiz diyorlar. Ama herkes gelecek buraya. Bekliyorum Hadra’m, bekleyeceğim. Geleceksin yanıma. Bir gece gibi üstümü örteceksin. Görmeyecek kimse bizi.  Belki birilerinin ağzına dolanan aşk öykümüz olacak. Ama ne anlayacak ki onlar aşkımızdan. Simita gibi gözünden akan yaşlarla yıkanmadan yüzün ne anlarsın ki onun aşkını…
Bekliyorum sevdiğim. Çok uzaklardayım ve bekliyorum…

Kâğıtta ne mi yazıyordu?

Bir yerinde sızmış kanlar görürsen,
Bil ki benim gözlerimden damlamıştır.
Aşkın gözyaşlarıdır onlar,
Seni sonsuzlukta bekleyen sevgilinin,
Gönlünde birikmiş aşktan…

Ahmet TÜZEN
06.05.2011
Bu makale fikir ve sanat eserleri kanununun 71. maddesi ile korunmaktadır. İzinsiz ve kaynak gösterilmeden başka mecralarda yayınlanamaz ve kopyalanamaz.

5 yorum:

  1. Kalemine sağlık. Gerçekten hoş olmuş :)

    YanıtlaSil
  2. Cool story kardeşim :)

    YanıtlaSil
  3. can be improved bro

    YanıtlaSil
  4. Simita bu çok iyi geldi :)
    Güzel güzel evet güzel

    YanıtlaSil
  5. güzeldi. ellerine sağlık. güzel paylaşım.

    YanıtlaSil