20 Mayıs 2011 Cuma

Aşkın bedeli

Aşkın Bedeli
Alışmaya çalışıyorum buralara, sevdiklerimden uzak, sevdiğime hasret. Yürüyüp duruyorum o uzun yolları, geçmek bilmiyor zaman. Bir adamla karşılaştım, üstü başı kir içinde, dağınık saçlı, oldukça yaşlı. Simsiyah gözleri vardı, insanın kanını donduran bir siyahlık… İçimi ürperten bir sesle konuşmaya başladı.
--Beni tanımıyor musun?


--Hayır.
--Aşk derler bana, bilmez misin beni?
--Senin için yalan diyorlardı, zamanla da ölüp gitmişsin.
--Nerden bilsinler ki onlar beni
Duraksadı biraz, sanki o kurumuş dudaklarından zar zor kelimeler çıkıyordu. Ama konuşmak da istiyordu benle.  Benim için de güzel bir fırsattı. Herkesin aradığı beni bulmuştu. Kafamdaki sorulara cevap bulacak mıydım? Bunca zamandır aradığımı bulmuş muydum? Benim konuşmamı bekliyordu belli ki.
--Neden bu haldesin?
--Hırpaladınız beni, her aşkı arayanın yanına gittim. Onlara istediklerini verdim ama onlar benim istediklerimi vermedi. Kullanıp attılar beni bir köşeye. Âşık oldular ama beni anlamadılar, beni yaşayamadılar.
--Niye uğraşırsın o zaman? Gitme kimsenin yanına, unuturlar zamanla.
--Sende bilmiyorsun beni, anlamıyorsun ki dediklerimi.
--Öğret o zaman bana kendini, anlayayım seni, bildiğimi sandığım duygunun ne olduğunu öğreneyim.
--Her şeyin olduğu gibi benimde bir bedelim var. Ödemeye hazır olmadan öğretmem sana kendimi.
--Ne istersen iste, vermeye hazırım. Yeter ki öğreneyim seni.
--Gözyaşlarını istiyorum senden, iki gözünden akan yaşları. Her gün benim için dökeceksin onları.
Kabul ettim. İki senemiz beraber geçti. Aşkın ne olduğunu anladım. Bilmiyormuşum aşkı, ama yine de âşık olmuşum. O geçmeyen uzun gecelerde aşkla berabermişim, oysa benim haberim bile yok.
Aşkın bedeli neden gözyaşıydı? Neden başka bir şey değil de gözyaşı? Neden kan değil? Neden göz değil? Düşündüm de sahip olduğum en saf şey gözyaşlarımdı. İçinde kötülük bulundurmuyordu. Sadece aşk vardı onda.
--Gerçekten Hadra’ya âşık mıyım? Gözlerimden damlayan kanlar, boş yere miydi? Söylesene aşk, ne için öldüm ben? Her şey boş yere miydi?
--Cevaplarını kendin bulacaksın, benden öğreneceklerini öğrendin.
--Ona kavuşmak için sürekli bir yolda koşuyordum, ölümüm yaklaştığında bile durmadım. Öldükten sonra da durmadım. O acıya dayanıp bir kez daha gördüm. Hala da onu bekliyorum, bekleyeceğim.
--Ya kavuşsaydınız ne yapacaktın? Bunu düşündün mü?
            Veremezdim cevap, nasıl veririm ki. Ben onu uzaktan sevmeye alışmışım. Onun kopmuş bir saç teli için canımı verirdim. Onu ağlatanların kalplerini parçalardım. Ama onla beraber olunca ne yapardım? Bunu düşünememiştim hiç. Onun gözlerine dalıp gitmişken nasıl düşünürdüm ki?
Aşktan ayrıldım o gün, kafamda bin bir soru… Ne yaptın bana ey aşk? Seni öğrenmenin bedeli bu kadar ağır mıydı?
Uzun yollarda yürüyordum yine. Bir kişiye rastladım. Kıpkırmızı gözlü, genç, kısa saçlı bir erkek. Üstünde takım elbiseyle dolaşan şık biri. Ona yaklaşınca tedirgin eden bir sıcaklık hissediyorsun.
--Kimsin sen?
--Bana ateş derler, yaklaşma seni de yakarım.
--Başka kimi yaktın ki beni de yakasın?
--Seni bu hale getiren aşkı yaktım. Onu isteyen kişileri yaktım. Şimdi de seni yakacağım.
--İçimdeki bu acıyı dindirecekse beni de yak.
--Benimde bir bedelim var. Senden zamanını istiyorum. O uzun gecelerini benim için harcayacaksın, gözlerindeki yaşları da aşk için.
Yakıyordu ateş beni, bir yandan yanıyordum, bir yandan da içimdeki acı azalıyordu. Azalıyordu ama içim yanıyordu bu sefer. Aşk acısı içimi yakıyordu… Yanarken içimde aşkı gördüm. Yüzünde mutlu bir ifade vardı. O’nu böyle görünce şaşırmıştım. Konuşmaya başladı onu gördüğümü fark edince.
--Âşık mısın hala?
--Evet
--Peki sevdiğini düşünüyor musun artık?
Yine bir soruyla alt üst etmişti beni. O söyleyene kadar fark etmemiştim. Artık düşünmüyordum sevdiğimi. Kendime âşık diyordum ama neye âşıktım ben?
Bir yandan içim yanıyor, bir yandan da düşünüyordum. Elime kâğıt kalem alarak yazmaya başladım. Aşkımı satırlara yazıyordum. O sonu gelmeyen satırlara… Belki içimdeki ateşi söndürebilirdi o satırlar…
Herkes beni konuşur olmuştu. Aşkım efsaneleşmiş, ben daha neye aşığım bilmeden… Aşkımı dağlar bile konuşur olmuş, ben daha konuşamadan… Yazdıklarımı herkes okur olmuş, ben onları gözyaşlarımla ıslatırken.
Uzun gecelerden biriydi. Uyuyamıyordum. Nasıl uyuyayım? Yüzüm gözyaşlarımla ıslanmışken vaktimi içimdeki ateşe harcarken nasıl uyuyabilirdim? Ay ışığını seyrederken biri geldi odama.
--Uyuyamıyorsun değil mi?
--Nasıl uyurum Aşk? Bir yandan ateş bir yandan sen, nasıl uyuyabilirim?
--İçindeki ateşi söndürüp ve beni unutup sevdiğine kavuşmak istemez misin?
O simsiyah gözlerini dikmiş bana bakıyordu. Islak dudaklarım evet diyebildi sadece. Gözlerinin içine bakmaya devam ettim. Başım dönmeye başladı. Kayboldum o siyahlık içinde.
Uyandığımda başımda Aşk duruyordu. Bir şehirdeydik. Neresi olduğunu bilmediğim bir şehir. Ayak bastığımız yerler kıpkırmızıydı, tek bir bina bile yoktu. Şehrin kapısının önünde bekleyen milyarlarca kişi vardı. Konuşmaya çalıştım ama konuşamıyordum. Şaşkın gözlerle bakındığımı gören Aşk anlatmaya başladı.
--Burası benim şehrim, benim içim, Aşk Şehri burası. Her âşık olan kişi burada bir yere gelip yaşamaya başlar. Bu kapıda görmüş oldukların aşktan korkan, aşkın olmadığını düşünen ve daha önce âşık olmadıklarını söyleyen insanlar. Daha içeri girmeye korkarlarken nasıl beni anlarlar?
Kapıdan girdik yürümeye başladık, biz yürüdükçe gördüğümüz insan sayısı azalıyordu. İleride bir sürü insan vardı. Ama bunlar tek başlarına değildi. Yanlarında birer kişi daha vardı.
--Bunlar sevgilisi olan insanlar. Şehirde yaşayacak kadar beni biliyorlar ama aşkı yaşamıyorlar.
Yürümeye devam ediyorduk. Kıpkırmızı bir tepeye geldik. Tepenin başında birkaç kişi vardı. Bu kişilerden biride bendim.
--Burası şehrimi kırmızı yapan yer. Bunlar aşk acısı çeken kişiler. Gözlerinden damlayan kanlar tüm şehri kırmızıya boyadı. Benim doğruluğumu kabul ettiler, ama beni arkadaş olarak görmediler. Yalnızlıktan şikâyet ettiler ama ben hep onlarlaydım. Burada tanıdığın bir kişi daha var.
Eliyle gösterdiği kişi Hadra’mdı. Ne işi vardı burada. Niye onun da gözlerinden kan akıyordu? O kimin için bu kadar acı çekti? Kafamda sorular vardı. Hadra’ya doğru koşmak istedim ama yapamadım. Kendimi kontrol edemiyordum. Aşk bırakmıyordu beni. Bırak beni aşk gidip ona sarılayım, bir daha bırakmayayım.
Yürümeye devam ettik. Bir deniz vardı, ucu bucağı olmayan. Denizin üstünde ise çok az kişi vardı. Hepsi yalnız.  Ellerinde kâğıt kalem…
--Bu deniz benim gözyaşlarım. Gördüğün kişilerin hepsini ateş yaktı. Bunlar beni bilirdi, bende onları. Gerçekten âşık kişiler bunlardır.
Aşk kolumdan tutarak denizin içine soktu beni.
--Aşkın son seviyesine girmek ister misin? Ama buradan sonra ben yanında olmayacağım. Bir daha görüşmeyeceğiz senle. Kararını kendin ver. Öncekiler gibi denizin üstünde yaşamak mı yoksa denizin içinde yaşamak mı?

Biliyordum, aşkı göremesem bile maşukumu görecektim.  Ne pahasına olursa olsun girdim denize. Deniz, ateşten bile sıcaktı, ben ateşin acısına bile dayanamazken Aşk buna nasıl dayanıyordu? Gerçekten aşka bu kadar acı mı çektiriyorduk?

Denizin dibinde ışık vardı, tanıdığım bir ışık. Sevdiğimin ışığı… Yıllardır görmeyi beklediğim ışık… Gittim hemen oraya. Hadra’m beni bekliyordu. Bitmiş miydi her şey? Herkesin diline dolanan aşkımız ne olacaktı? Aşkın sorduğu soruyu bende gönlüme soruyordum. Kavuştuk işte, şimdi ne olacak?
O masmavi gözlerinin içine baktım. Sadece sarılabildim. Onu beklemekten saçlarım bile beyazlamıştı. Ama tek yapabildiğim sarılmaktı. Kuraklaşmış vücudumda güller açmaya başlamıştı. O güllerin sahibi sendin. Hepsi senin için açıyordu. Güzelliğinden etkilenip boyunlarını büküyorlardı. Sende benim biricik çiçeğimsin, lütfen onlar gibi boynunu bükme.
Gönlümdeki bir yara, kafamdaki bir düşünce olarak kalmadın, benim oldun artık. Seni canımda sakladım kimse görmesin diye. Değmişti her şeye, yazdıklarıma, acılarıma, gözyaşlarıma… Seni seviyorum Hadra, seni seviyorum.
Ahmet TÜZEN
20.05.2011

Kişisel bir not: Konuyla ilgili bir hikâyem daha olacak, 3. Hikâyeden sonra ana karakter aynı kalacak, ama Hadra diye bir karakter olmayacak. Okuduğunuz için çok teşekkür ederim.


Bu makale fikir ve sanat eserleri kanununun 71. maddesi ile korunmaktadır. İzinsiz ve kaynak gösterilmeden başka mecralarda yayınlanamaz ve kopyalanamaz.

2 yorum: